Şimdi az veya çok rutin bir iş temposu var. Bazen çay almaya vakit olmazken bazende çayı ayrıştıracak kadar vakit olabiliyor. Aslında öncelikle neden bu yazıyı yazıyorum ona kendi kendime cevap vereyim.
Sanki hiç bilmiyormuş gibi yaparak, Unix ve Linux komutlarının arasına girip, bildiklerimi biraz da kitaptan esinlenerek yazıyorum. Doğal olarak da aslında ders çalışıyorum. Arada da, telefondan ve mailden gelen destek taleplerini yanıtlıyorum. Yine her 1 saatin arasında sunucuları kontrol ediyorum. Bazende problem çıkartan sunucular vaktimi alabiliyor. Yine doğal olarak da arada kafamı dağıtmak için bir şeyler yapmam (geyik) gerekiyor. Çünkü sürekli iş yapıyor gibi hissetmemem lazım. O zaman konsantre olamıyorum.
Normalde iş yapıp, kafamı dağıtmak için facebook, twitter, ekşisözlük gibi yerlere bakınırdım. Twitter’ı zaten günde bir açıp, tweet atıp hemen kapatıyorum. Facebook’a da ara ara bakıyordum. Ekşisözlük’e de giriş yapıp, aklımda bişey varsa kısa entryler yazıyorum ve debe listesini okuyorum. Debe listesini de genelde sabah çay+poğaça eşliğinde okuyorum. Dün yine bu saatlerde kafayı dağıtmak için facebook’a
baktım. Beğendiğim (like) bir haber sitesinde, “Erdoğan yeni başbakanı açıklıyor CANLI” şeklinde ibareler gördüm. Merak edip baktım ve yine canım sıkıldı, gözlerim kaydı, konsantrasyonum gitti. Bende hemen haber sitelerini beğenmekten vazgeçtim ki bir daha böyle şeyleri merak etmeyeyim.
Dün akşam eve giderken D&R’a uğrayıp “Şibumi” kitabını aldım. Önce yemek yerken “Başkanın Adamları” filmini izledim. Sonra Şibumi’yi alıp okuyacaktım ki, tekrar bir facebok’a bakayım dedim. Bir iki arkadaşım işte laf sokmalı falan siyaset ile ilgili bir şeyler karalamış. Doğal olarak benim yine canım sıkıldı. Bende kendime bundan sonra facebook’a da bakmıyorum şeklinde kural ekledim.
Fakat bu sefer iş ve öğrenme/geliştirme aşamasından sonra yapılacak hiç bir şey kalmadı. Kafayı dağıtacak bir alternatifim yok. Ekşisözlük bir alternatif yaratabiliyor fakat girdiğimde yine siyasi/gündem entrylerini göreceğime eminim. Bu sebeple bende, canım sıkılınca yazıp, hem kafamı dağıtırım, hem edebi zayıflığımı artırırım, hemde kendi kendime dertleşmiş olup, bir nebze günlük tutmak gibi, daha sonra bakıp gülerim/hüzünlerim dedim. Bu sebeple de işte şimdi yazıyorum.
“Sabahları çok sinirli oluyorum ben” alışkanlığım var misal. Bunu değiştirmek için, bindiğim dolmuşa günaydın diyorum ve bunu gayet gülen bir yüz ile yapmaya çalışıyorum. Sonra ofis yanında, altında bulunan esnaf tiplere, hayırlı işler günaydını veriyorum. Bu şekilde sabah streslerimi yeneceğimi düşünüyorum.
Telefonda bazen sinirlerimi geren, beni dinlemeyen, sözümü kesen, laf sokmaya çalışan, bağıran, küfür eden tipler arıyor. Bende artık telefonda konuşurken sürekli gülmeye çalışıyorum. Çünkü güldüğüm zaman karşı tarafın bunu hissettiğini düşünüyorum.
Sanırım en büyük değişimimi akşamları ve geceleri yaşıyorum. Televizyonu sadece yemek yerken izliyorum. O da mümkünse güzel bir film olmalı. Mesela Başkanın Adamlarından önce Wody Allen’in Barcelona Barcelona filmini izledim. Sanatsal diyemem fakat izleyeceğim filmlerinde artık bu tarzda olmasını düşünüyorum. Neyse filmi izledikten sonrada oturup kitap okumaya başladım. Şimdi bunları birisi okusa, “senin büyük değişimini sikeyim amına godumunoğlu” falan der. Fakat benim için televizyon hayatımın en önemli aracı. Özellikle yatmadan önce daha doğrusu uyumadan önce tuhaf takıntılarım var. 5 gün boyunca uyumamış olsam da, zurna gibi sarhoş olsam da yapmak zorunda hissettiğim. Uyumadan önce bir film açar öyle uyurum. Ama bu film daha önce izlemiş ve beğendiğim bir film olmalı. Eğer daha önce izlemediysem (deli gibi uykum olsa da) filmi izlerim ve yine daha önce izlemiş olduğum bir filmi takıp öyle uyurum. Eğer kendi evimde değilsem ve şartlar uygun değilse, televizyonu açıp, haber-tartışma-spor bülteni gibi bir program bulup öyle uyurum. Peki değişim bu işin neresinde? 3 gündür film takmayı vs. gibi takıntıları bırak, televizyonu hiç açmadan uyuyorum. Bu benim için aslında devrim.
Neyse bunları yapıyorum da nereye varacağımı düşünüyorum pek kestiremiyorum. Fakat misal Mehmet Metiner’i hiç görmeyerek IQ seviyemin düşmesini engelliyorum. RTE’yi görmeyerek boşuna sinirlenmemiş oluyorum. Egemen Bağış’ı görmeyerek, küfretmek için ağzımı yormamış oluyorum. Kitabımı alıp, okumaya başlıyorum ve artık o kitabın içindeki, Hasan Sabbah oluyorum, İbni Tahir oluyorum, Nikolai Hell oluyorum, Santiago oluyorum, Raskolnikov oluyorum. Böylece mevcut sıkıntılarım varsa dahi unutmaya başlıyorum.
Aslında bunların toplamında, sinirleri alınmış, rahat, genel kültür seviyesini geliştirmiş ve en önemlisi psikolojik hastalıklardan kurtulmuş bir birey olmayı ümit ediyorum.
İşte öyle bir şey…