Genel

Ne oldu yaram?

Biraz da nostalji. Sene 2001 galiba. İnternet kafede çalışıyorum. Windows 98 var o dönem. Epson’un ethernet kartı var. EPS9242FC. Bulamıyoruz sürücüsünü. Windows 98’e sürücü kart tanıtmak zaten ölümcül. sys dosyalarını falan değiştiriyoruz. İmkanlar da az. Cd-rom’u sök, Windows 98 cd’sini hazırla, bir bilgisayara tak. Sonra geç, floopy tak. Disket’e (1,44MB) driverları at, sürücleri tanıt. Ethernet’i tanıttıysan geri kolay. Çünkü artık sürücüleri internetten bulabilirsin. Ethernet’i tanıtamadıysan sıçtın demek biraz. Böyle böyle, bilgisayar formatlamayı, Windows kurmayı falan öğrendik biraz işte. Bilgisayarcı tabirinin izdüşümünü yaşıyorum ben. Ama yetmez, yetmemeli. Bir şeyler öğrenmeliyim de yol gösterecek kimse yok. Ne öğreneyim falan derken, ocal.net isminde, şimdinin tam bir çomarı, akpli’si olan Hakkı Öcal’ın forumunu görüyorum. Html, css, asp, php, cgi, perl diye diller var. Lan bunlar nedir? Bunları öğrenmek zorundayım ben dedim. Benim kafa biraz fevri çalışıyor. Hemen öğrenmem lazım ama bunlar öyle bir günde öğrenilecek şeyler değil. Nasıl yapsak?

O dönem birinin tavsiyesi ile Amin Malouf’un Semerkant kitabını aldım. Ki hala favori yazarım Amin Malouf. Zaten tarihe karşı bir sempatim var benim küçüklüğümden bu yana. Kafa sayısalcı gibi çalışmadı hiç, hep sözel. Lisede tarih hocamız vardı. Lise 1 sanırım. Kadın beni de acayip severdi. Arada sorular sorar, kimse bilemeyince Serkan sen biliyor musun derdi. Hala oradan aklımda Ziggurat. Veya İranlı kızı tavlamama neden olan Selman-i Farisi. Aynı zamanda rehberlik öğretmeni kadın. Testler falan dolduruyoruz. Sonra da hoca ile konuşuyoruz. Ne olmak istiyorsun sorusuna kocaman rockstar yazmışım ben. Daha Fight Club falan da izlememişim halbuki. (Ki zaten henüz çekilmemişti) Kadın dedi ki senden çok iyi öğretmen olur. İşte içimde hala ukte. O yüzden biraz seviyorum, birilerine bir şeyler öğretmeyi, anlatmayı. Whatsapp gruplarında falan birileri “Serkan hoca” deyince çok mutlu oluyorum. Aman neyse konu karışmasın.

Ben işte Semerkant ile beraber, Ömer Hayyam ile de tanışınca pek bir sevdim. Rubaileri falan okuyorum. Mesela en sevdiğim hangisi biliyor musun?

Sevgili, seninle ben pergel gibiyiz:
İki başımız var, bir tek bedenimiz.
Ne kadar dönersem döneyim çevrende:
Er geç baş başa verecek değil miyiz?

Pergel gerçekten en sevdiğim. Duruma uygun diye değil. Ki bence duruma da uygun değil artık.

İşte ben böyle, rubailer okuyorum. Bir yandan da html öğreniyorum. Dedim ki neden bir rubai sitesi yapmayayım? Valla oturup yaptım. Rubaileri popup olarak açtırıyorum. Rubaileri de internetten bulup, kopyala yapıştır yapmıyorum bu arada. Bildiğin kitaptan elimle yazıyorum. www.omerhayyamrubaileri.cjb.net sitenin adı. O donem ücretsiz veriyordu cjb.net. Sonra bir gevşek abimiz var, bilgisayar ile haşır neşir olan. Gelip dedi ki, bu popupları şekilli açtırsana. Bilmiyorum ki dedim nasıl oluyor o. Java script diye bir şey var dedi. Oha java script derya deniz. Benim bunu öğrenmem lazım. Gevşek dedi ki; Amerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yok. Aha bu siteden kopyala, buraya da yapıştır. Benim de siteyi bitirmem lazım. İşte o gün sanıyorum artık, programlamaya veda ettiğim gün oldu. Bir daha “hello world” den öteye gidemedim.

Sonra bir gün, beni gördüğünden beri bana tav olan İnci diye bir kız var, o geldi. Dönem ödevimiz var bize yardımcı olur musun dedi. Yanında da Gamze isminde bir kız var. Kız dönem ödevi ayağına, bana yazıyor ama ben Gamze’yi gördüm. Telefonunu aldım falan. Ödeve devam edelim mi? Gelecek misin kafeye falan derken, kızla takılmaya başladık. Enteresan bir aurası var Gamze’nin. O dönem ben baya böyle gazlıyım. Teknoloji geliştiricem, para kazanıcam, çok zengin olacağım falan modum var. Gamze’ye de anlatıyorum, şöyle araba alırız, böyle evimiz olur falan. Gamze dedi ki, “bir küçük, pembe panjurlu evimiz olsun, iki tane bisikletimiz olur bana yeter”. Allah’ım ne kadar da mütevazı bir kız bu. Java script’ten sonra ikinci hatayı da bu kızdan mütevazılığı öğrenmekle yaptım işte. Hırsım gitti, yenildim. Çok sürmedi aşkımız, sanıyorum bir ay falan. Bir ara ya sigara ya ben dedi. Dedim ki sigara. Sonra ama mahallede arkadaşlarım da bırakmış, dedim ben de bırakayım. Hem kız da istiyor. Şirin gözükürüz ona. Burak, Fatih ve ben, üçümüz birlikte bıraktık. Burak iki gün sonra, ya bira sigarasız gitmiyordu, ben de yeniden başladım dedi. Fatih şu anda Aparti’li olduğundan, zaten hiç bırakmamış sadece bize ayak yapmış. Ben biraz direndim. O da Gamze’nin benden ayrılmasıyla son buldu. 2 hafta hiç içmediğim sigarayı sanıyorum, benden ayrıldığı gün içtim. O zaman ghosting diye bir tabiri yok ama uygulayan varmış demek ki. “Ayrılalım” diye bir sms geldi sonrası yok. Hiç bir iletişimim yok. Sebep yok, tartışma yok. Uzunca bir sürede hiç görmedim. Sanıyorum askere giderken mi ne gelmişti yanıma. Yani mevzudan 2 sene sonra falan. İşte dedi, sen evlilik ben çok korktum dedi. Dedim ki 18 yaşında ne evliliği ablacım? Öyle hayal kuruyorduk sadece. Seviyorum çünkü ben hayal kurmayı. Ama gerçekleşmesi için de mücadele ederim. Konu buymuş yani, kıza sadece zengin olmak istiyorum deyip, kız da pembe panjurdan bahsedince, evlenince öyle bir evde mi oturmak istersin diye benden ayrılmış.

Bu benden ayrılınca ben baya yıkıldım. İlk defa bir kıza bir şeyler hissetmişim ve sebepsiz bir biçimde benden ayrılmış. Ne yapacağım hakkında hiç bir fikrim yok. Nasıl geçer ki bu? Bizim Burak dedi ki, hacı neşeli şarkılar dinle. Seni düşündürmesin. REM dinliyorum ben olur mu dedim. Oğlum dedi “everybody hurts” normal bir insanı yıkar. Mutlu olan adamın ciğeri söndürür. Offspring dinle sen dedi. Ben daha önce biliyordum da offspring hakkaten iyi geldi. Adamların dünya sikinde değil. Şarkı da bu;

Bir de

The Kids Aren’t Alright var. Bir kaç filmin de müziği bildiğim kadarıyla. İşte keyif veriyor insana baya. Ne zaman bir şeyleri unutmak istesem dinlerim. Sonra müzik değil ama şu var;

Enstantane çok güzel değil mi? Trafikte bir araba ile tartışıyorsun. Arabadan, Mickey Mouse, Sünger Bob falan inip seni dövüyor. Zaten kameraya alanın kahkahaları yetiyor, gülmek için. Peki konu nedir?

Eğer, Nazım değilseniz, Cemal Süreyya değilseniz, duygularınızı kalemle kağıda dökemiyorsanız, acıyı yaşamanıza gerek yok. Ben böyle böyle gençliğinde verdiği ayran gönüllülük ve heyecan ile Gamze acısını üç dört günde unuttum. Şimdi belki biraz daha uzun sürebilir. Zaten hastalıktı sağlıklı, işlerdi, yoğunluktu derken, acını bile tam yaşamıyorsun aslında. Yani dersen ki, ben acı yaşayacağım, yaşamak bizim elimizde. Ama bir kıymeti yok. Boşuna sağlığından oluyorsun. Arabesk toplum olarak bizim damarlarımıza işlemiş.

Hani Ata Demirer’in Makara albümü var ya. Arabesk söyleyip, örümcek adam’dan bahseden. O kadar güzel arabesk ile dalga geçiyor ki aslında. Yani sözler değil, oradaki tek sesli müzik, sözlerin istihza olmasına rağmen, damarlarına kadar işliyor. Fasıl Say’ın dediği, “Arabesk dinleyen vatan hainidir” sözü tam olarak doğru. Bu orta doğululuk, bu lümpenlik, bu bana dokunmayan yılan bin yaşasıncılık, tamaman arabesk kaynaklı. Müzik bir coğrafya bu kadar etki eder mi? Ediyor işte. Ayrıldığında, intihar edeceğim diyebiliyorsun. Diğeri, aldatmanı, erkeklik gururu, onu da seni de öldüreceğim diyebiliyor. Garip garip haşin erkek pozları kesebiliyor.

Yani Cem Yılmaz’ın, yine Ata Demirer gibi, makara yaptığı, “ne oldu yaram?”, “doyamadım ama” şarkılarında bile, arabeskçe büyütüldüğün, bu toprakların arabesk suyundan içtiğin için, yine hüzün dolabiliyorsun. Dolma. Sen Özdemir Asaf değilsin. sen Cemal Süreya değilsin, sen Nazım değilsin, sen Edip Cansever değilsin, sen Atilla İlhan değilsin. Ama çok istiyorsan Atilla İlhan’ın “ayrılık da sevdaya” dahil şiirini bil. Sen acını şiirlere dökemezsin, sen acın için romanlar yazamazsın. “Ne oldu yaram” da bile hüzünleneceksen, dinleyeceğin şey Offspring olmalı. Eskisi gibi dinle Linkinpark’ı, kafanı sağa sola salla ve kendine unutmuş olana kadar şu cümleyi kur, “sen tercih edildin ve seni tercih etmediler”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir